Halkın ve hayatın sesini dinlemek (soL)

Bugünlerde halk sınıfları hayatın karşısında zorluğu, çaresizliği, eşitsizliği, yokluğu en sert deneyimliyorlar. Salgın bir yandan, işsizlik diğer yandan. Borçluluk bir yandan, geleceksizlik diğer yandan.

Bu koşullara itiraz hem yöntemsel hem de içerik olarak belirli bir muhalefet tarzı içinde gerçekleşiyor. Bu muhalefet tarzı siyasi partilerin liderlerinin, önde gelen isimlerinin konuşmaları, sendikaların ve konfederasyonların açıklamaları üzerinden ilerliyor. Muhalefet burjuva siyasetinin usulüne, yöntemine, odalarına, koridorlarına, sözlerine sıkışmış ve çalışan insanların evreninden, onlara ait mahallerden, evlerden, işyerlerinden uzaklaşmıştır. Mahallelerde, evlerde, işyerlerinde yaşanan hayatın ve bu hayatı yaşayanların sesini duyamaz olmuştur. Bugün ihtiyacımız olan halkın ve hayatın sesini dinlemektir. 

Halkın ve hayatın sesini dinlemenin birçok yolu var kuşkusuz. Bu yolların en önemlilerinden biri edebi gazeteciliktir. Terim kendisini kolaylıkla açığa vurur, edebiyatın ve gazeteciliğin bir arada olması halinin uygun adına denk düşer. Anlatma yordamı edebiyattır ama edebiyatın diğer türlerindeki kurgusal öğeler burada yer almaz. Gazeteciliktir ama olay aktarımı alışıldık gazetecilik dilinin dışına çıkmıştır. Edebi gazetecilik olguları kurgusal olandan ayırırken, gerçekliği farklı boyutları içerisinde bütünsel olarak ele alabilmeyi mümkün kılar. George Orwell, Ernest Hemingway, Jack London, Maksim Gorki, İlya Ehrenburg gibi yazarların da en önemli yapıtlarını verdiği bir türdür. Bu türün ülkemizdeki en önemli temsilcisi Yaşar Kemal’dir; röportajları bu alanın en seçkin örneklerini barındırır. Edebi gazetecilik ülkemizde her şeyden çok Yaşar Kemal röportajlarıdır.
 
Cumhuriyet gazetesinden Nadir Nadi, Yaşar Kemal’i Diyarbakır’a göndererek ondan röportajlar ister. Yaşar Kemal, 1951 ile 1963 yılları arasında on üç yıl süreyle gazetede röportajlar yazar. Yayınlandıklarında gerçekçilikleriyle, çıplaklıklarıyla ve kuşkusuz Yaşar Kemal’in büyülü sözcükleriyle tüm okuyucuları sarsar. Bugün bu röportajlar elimizin altındadır. Bu Diyar Baştan Başa üst başlığıyla dört kitap olarak 2004 yılında yayınlanmıştır.

Yaşar Kemal, röportajlarında halk sınıflarının yaşadıklarını bizzat içinde yer alarak, deneyimleyerek yazar. Memleketin dört bir yanındaki emekçilerdir konusu. Diyarbakır’ı, Van’ı, Adana’yı, İstanbul’u, Gaziantep’i, Aydın’ı, Yozgat’ı, Şanlıurfa’yı, Kayseri’yi yazar. Kent yoksullarını, depremzedeleri, topraksız köylüleri, işçileri, kaçakçıları yazar. Onların dertleri derdidir ve onların tarafı tarafıdır.

Gittiği her yeri, karşılaştığı her emekçiyi, ele aldığı her konuyu toplumsal bütünlüğü içinde değerlendirir. Toplumsal bütünlük içinde değerlendirme memleketin sorunlarını, emekçilerin dertlerini ve kişiliklerini görebilmesini sağlar. 1967 yılında, Proleter Şoförle Konuştum! başlıklı röportajında İstanbul’da minibüsçülük yapan Yalkın ile konuşur Yaşar Kemal: “Geleli iki ay oldu,” diyor Yalkın. “Minibüsü çıkardım, çalışmaya başladım. Kadıköy-Pendik arası. Baktım bütün minibüslerin bir adı var. Tatlım, Kartalım, Uğur, Yolalan, falan filan…ben de minibüsümün adını Proleter koydum.” “Neden proleter” “Ben bu kelimeyi çok severim. Kelimeyi değil de anlamını çok severim. Ben proletaryadan bir kişiyim. Ve proletarya insan soyunun en namuslu, en sıcak, en insan sınıfıdır. Kimseyi sömürmez, kimseye hükmetmez, kimseyi ezmez. Dünyayı yaratan proletaryanın elleridir… Ben de tuttum, minibüsüme bu göz nuru, bu alın teri adamların adını koydum. Ve minibüsümün adına Proleter dedim. Uzun bir süre böyle, bu ad altında çalıştım durdum. Kimse bana nereden gelip nereye gidiyorsun demedi.”

“Röportaj bal gibi edebiyattır” der Yaşar Kemal ve devam eder: “Haber bir yaratma değildir, bir taşımadır. Röportaj bir yaratmadır. Gerçeğe, gerçeğin, yaşamın özüne yaratılmadan varılamaz. Yaratmadan hiç kimse hiçbir şekilde gerçeği yakalayamaz, yakalarsa da karşısındakine anlatamaz. Haber gerçek değil mi, bence haber gerçeğin simgesidir. Haberin arkasında neler var, neler dönüyor, ne yaşamlar, dramlar, sevinçler var, haber bunu bize veremez. Röportaj haberin varamadığı yere varandır, nasıl, yaratarak, gerçeği değiştirerek değil, yaratarak.”

Bugün memleketin doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine ne hayatlar yaşanıyor? Bu ülkenin sağlık çalışanları, madencileri, köylüleri, sosyal yardım alanları, plazada çalışan beyaz yakalıları, işsizleri nasıl bir ömür sürüyor? Yaşadıklarını nasıl değerlendiriyorlar? Neye isyan ediyorlar? Neye öfkeliler ve ne istiyorlar? 

Halk sınıflarının sorularını ve cevaplarını uygun bakır taslarla taşıyacak olanlar, yarının ülkesinde güneşin sofrasını kuracak olanlardır. Halkı dinleyecek, halkın taleplerini taşıyacak ve sosyalist değerleri yaratacak devrimcilere, yeni röportajcılara, yeni röportajlara ne çok ihtiyacımız var. Büyük ustayla, Yaşar Kemal’le bitirelim, “Bu insanoğlunun en büyük kavgasına hiçbir şey olmaz. Yıkan kendisini yıkar. Halka hiçbir şey olmaz. Genç aydın her şeyden daha çok halkın ve hayatın sesini dinlesin. Gözü dönmüş tıpatıpçılığın sesini değil…”

Yorum Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.