“Fırtınalı günlerde mühendisler” (BirGün Pazar, Söyleşi: Ferhat Çelepkolu-Mahir Bağış)

Kapitalizmin içerisinde bulunduğu kriz hali artık sistemin savunucuları tarafından bile reddedilemeyecek bir gerçeklik olarak karşımızda. Ülkemizde de AKP eliyle yürütülen ekonomi politikaları geleceksizlik, güvencesizlik, düşük ücret ve kötü çalışma koşulları gibi dertlerle boğuşan çok geniş bir kesim ortaya çıkardı. Bu koşulların en gözle gözle görülür yaşandığı meslek gruplarından biri de mühendislik oldu. Bir dönemin kalkınmacılık, aydınlanmacılık, sanayileşme gibi kavramlarının taşıyıcısı olan mühendisler neoliberalizmin yarattığı tahribat sonucunda güvencesizliğe, mesleki itibarlarında kayba, yaratıcılıklarının ellerinden alınmasına mahkûm edildi. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Gamze Yücesan Özdemir yeni çıkan “Fırtınadaki Arı” kitabıyla tam da bu değersizleşmeye ve mahkûmiyete odaklanıyor. Yaşadıkları sorunlardan gündelik hayata katılma süreçlerine kadar mühendislere dair pek çok şeyi Özdemir ile konuştuk.

► Kitabınızda mühendislerin gündelik hayata ve üretim sürecine katılımlarına odaklanıyorsunuz. Bu katılım nasıl gerçekleşiyor?
Tam da söylediğiniz gibi kitapta mühendislerin gündelik hayata ve üretim sürecine katılımlarını birlikte görmeyi amaçladım. Günümüzde gündelik hayat tartışmalarının üretim noktasından büyük ölçüde koptuğunu söylemek yanlış olmaz. Oysa mühendisleri işyeri ve gündelik hayatın ilişkiselliği ve bütünselliği içinde kavramak gerekiyor. Dolayısıyla parçalı analizlerin karşısında Marksist analizin bütünselliğini hatırlamanın ve tarihsel meselemizi yinelemenin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.

Genel olarak baktığımızda, üretim alanında mühendisin yaptığı işin ve toplumda mühendisin konumunun itibarsızlaştığını ve değersizleştiğini gözlemliyoruz. Ülkemizde sanayinin düşük-orta düzey teknolojiye, küçük-orta ölçekli işletmelere ve yerli sermayeye dayalı yapısı kurumsal olmayan iş ilişkilerini baskın hale getiriyor. Kurumsal olmayan iş ilişkilerinde ise mühendisten beklenen iş vasıfsızlaşıyor. Rutin teknik işler özellikle genç mühendislere bırakılıyor. Mühendisler, işyerlerinde üretim ve karar verme sürecinin dışına itiliyor. Görev tanımı ve meslek alanı dışında çalıştırılıyor.

Gündelik hayat deneyimlerine baktığımızda ise mühendislerin büyük kısmının doğup büyüdüğü kentte ya da bölgedeki bir üniversitede okuduğunu ve yine aynı bölgede çalıştığını görüyoruz. Doğduğu ve büyüdüğü bölgeyle sınırlanmış olan mühendis, toplumsal, siyasal ve bölgesel bir kapalılık içinde biçimleniyor. Bu da daha iyi bir toplumsal konum ve çalışma şartlarında iyileşme için ufukları sınırlıyor.

Benzer bir durumu sosyalleşme pratiklerinde de görebiliyoruz. Mühendislerin sosyalleşmesinin, sosyal ve kültürel etkinliklere katılmasının önündeki iki büyük engelden bahsedebiliriz: Düşük gelir düzeyi ve kentlerdeki kültürel çoraklaşma. Zaten çok uzun çalışma saatleri olan mühendisler sınırlı boş vakitlerini görece gelişmiş bölgelerde AVM’lerde, daha az gelişmiş bölgelerde ise eve kapanarak sadece aileleriyle geçiriyor.

► Sizin de kitabınızda belirttiğiniz gibi geçmişte mühendisin ilerleme, aydınlanma, kalkınma gibi süreçlerde yer alması beklenirdi ve mühendis de bu taleplere cevap verirdi. Günümüzde mühendislerin bu süreçlerle ilişkisi nasıl kuruluyor?
Kalkınmacı politikaların hâkim olduğu 60’lı ve 70’li yıllarda mühendisler vardı. Kalkınma ve sanayileşme mühendisi vazgeçilmez ve değerli kılıyordu. Çoğunlukla kamu istihdamı altındaki mühendis sosyal güvenceye, sendikalaşma ve odalarda birleşme olanaklarına sahipti. Mühendisler toplumsal sorunların çözülmesini kendine dert edinen, toplumsal sorunların çözülmesinde kritik roller oynayan aydınlar olarak toplumda da büyük bir saygınlığa sahipti.

Günümüzde ise kalkınmacılığın tükenişiyle birlikte, toplumsal refaha katkı sağlamayan, gelir dağılımını adaletsiz hale getiren, rant odaklı inşaat ve emlak sektörünü başat kılan politikaların yükselişi söz konusu. Bu süreç mühendisin toplumla ve toplumsal sorunlarla kurduğu ilişkiyi değiştiriyor. Rekabetçi ve bireyci bir anlayış toplumcu anlayışın yerini alıyor.

► Mühendislerin eğitim süreci ve sonrasında emek piyasasında karşılaştığı işsizlik ve istihdam koşulları hakkında neler söylersiniz?
Emek piyasasında mühendislerin konumuna bakarsak; her on mühendisten altısı proje bazlı, sözleşmeli, yarı zamanlı ve evde çalışma gibi esnek istihdam biçimleri altında çalışıyor. Esnek, güvencesiz ve istikrarsız sanayinin mühendisler için sonuçları, geçici işler, işyerlerinin kapanması ve işten çıkarılma şeklinde oluyor. Düşük ücretler ve kötü çalışma koşulları da mühendisleri sık sık iş değiştirmeye zorluyor. Bu esnek emek piyasasında iş bulma kanalları da kurumsallıktan uzaklaşıyor. Mühendislerin önemli bir bölümü akrabaları, arkadaşları aracılığıyla ya da babasının çalıştığı işyerlerinde iş buluyor.

Kamuda istihdam imkânları yok denecek kadar az, özel sektörde çalışmak ise mühendisler için işsizliğin olağanlaşması anlamına geliyor. İçinde bulunduğumuz üretimsizlik koşullarında her iki mühendisten birinin belirli bir dönemde işsizliği deneyimlediği görülüyor. Ekonomik çöküş ve yükseköğretim sistemindeki sorunların da işsiz mühendis ordusunu büyüttüğünü söyleyebiliriz. Mühendislerde işsizlik konusunda yoğun bir kaygı ve korku var. Bu korku mühendisleri ücretlerinin düşmesi, sosyal haklarının gasp edilmesin çalışma koşullarının zorlaşması ve çalışma saatlerinin uzaması karşısında sözsüz ve eylemsiz bırakıyor.

firtinali-gunlerde-muhendisler-691809-1.

► Çalışmanızda üç farklı havzayı ve bu bölgelerde farklılaşan ve aynılaşan çalışma koşullarını görüyoruz. Türkiye’deki sanayi bölgelerinde bu ayrışma ve benzeşmeler nelerdir?
Türkiye’de sanayide üç ana eğilimden bahsetmek mümkün. İlk eğilim olarak gelişmiş sanayi bölgelerinden bahsedebiliriz. Bu bölgeler teknoloji düzeyleri, işletme ölçekleri ve sermaye yapıları ile gelişmiş kapitalist ilişkilere sahip. Ergene Havzası bu bölgelere önemli bir örnek. İkinci eğilim ise yeni sanayileşen bölgeler. Bu bölgeler, kapitalizme eklemlenme süreci açısından özgünlükler içeriyor. Gaziantep yeni sanayileşen bölgelere bir örnek. Üçüncü eğilim ise Yeni Türkiye’nin sanayisidir. Yeni Türkiye’nin sanayisi, tarıma dayalı bir imalat sanayinin hakimiyeti ve dindar-muhafazâkar kültürel hegemonyanın belirleyiciliği altındadır. Konya Havzası da bu eğilimi temsil ediyor.

► Mühendislerin çalıştığı bölgeler arasındaki farklar sosyal yaşantılarını ve ideolojik görüşlerini nasıl etkiliyor?
Her bölge geçmişinden bugüne devreden tarihsel, kültürel, toplumsal, siyasal ve iktisadi yapısıyla farklı bir emek rejimini barındırıyor. Gelişmiş sanayi bölgelerindeki mühendislerde mesleki ve toplumsal yabancılaşma oldukça yüksek oluyor. Yeni sanayileşen bölgelerde ise kapitalist üretim ilişkileri zamanın ve mekanın örgütlenmesinde tek belirleyici olmuyor. Bu bölgelerdeki yerel öğeler ve ilişkiler, geleneksel sosyal ilişki kodlarını ve aile odaklı bir sosyal yaşamı teşvik ediyor. Bu yapı içinde mühendis, hem mesleki hem de toplumsal bir değersizleşmeyi deneyimliyor. Yeni Türkiye’nin sanayisinde ise mesleki ve toplumsal bir kanaatkârlaşmadan bahsedebiliriz.

► Mühendislik bir yandan neoliberal dönemin aşındırmalarıyla diğer yandan Türkiye özelinde AKP’nin hem mühendislere hem de mühendislerin meslek odaları olan TMMOB’ye saldırılarıyla değersizleştirilmeye çalışılıyor. Bu saldırılar ve mevcut durumdan çıkış imkânı olarak neler yapmak gerekir?
Belirttiğiniz gibi bir yandan neoliberalizmin, diğer yandan ise siyasal iktidarın hem mühendisleri hem de TMMOB’yi değersizleştirdiği bir dönemden geçiyoruz. Kitabın girişinde şöyle yazıyorum: “Ülke derin bir iktisadi ve siyasal krizin içine sürükleniyor. Ekonomik göstergeler ve siyasal alanda yaşanan gelişmeler krizin daha da derinleşeceğine ve toplumsal/sınıfsal gerilimlerin artacağına işaret ediyor. Siyasal krizin kesifleştiği, iktisadi gelişmenin durduğu ve toplumsal ilişkilerin çözüldüğü bir yerdeyiz. Fırtınanın ortasındayız.” Bu fırtınalı dönem odalar ve sendikalar gibi tüm kolektif deneyim mecralarını aşındırıyor. Ülkenin ve mesleğin sorunlarına odaları ve sendikalarıyla müdahil olan, bu yapılara toplumsal ve demokratik sorumluluk yükleyen deneyimli kuşak yerini genç bir kuşağa devrediyor. Bu yeni kuşağın düşük ücretlere, güvencesiz ve ağır çalışma koşullarına karşı örgütlenerek kendi haklarını savunması, kendilerini yeniden üretmesi mesleki olduğu kadar toplumsal bir mücadele alanıdır.

2000’ler uzun süredir rüzgârları yönlendirmekte olanların, yarattıkları rüzgârları artık zapt edemediği yeni bir fırtınalı çağın kapılarını araladı. Bu dönemde mühendislerin bugün ve yarın için söz söylemesi önemlidir. Giderek keskinleşen toplumsal mücadelede, mühendislerin kendilerini bu mücadelenin öznesi olarak konumlandırmaları çıkış imkânlarını güçlendirecektir.

Yorum Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.