“Neye itiraz ediyoruz, nasıl bir gelecek istiyoruz?” sorusunun cevabı genel olarak toplumun örgütlülüğünün içine gömülüdür. Örgütlenme deneyimi yalnızca siyasal ve kültürel yaşama rengini vermekle kalmaz; aynı zamanda toplumsal mücadeleyi belirler. Örgütlenme meselesi salgın ve sonrasında neye itiraz ettiğimiz ve nasıl bir gelecek istediğimizle bağlantılıdır öyleyse.
Bir toplumun örgütlülüğünü incelerken dört başlık öne çıkıyor: Örgüt formları, örgütlerin tabanı, örgütlerin talepleri/siyasal ufku ve örgütlerin eylemleri. Örgüt formları, örgütlenmeyi hem verili koşullarda olası kılan hem de mevcut düzene uygun olarak sınırlayan hukuki biçimlerin etkisiyle oluşur. Örgütlerin tabanı, örgütlere katılan ya da katılması beklenen toplum kesimleridir. Siyasal ufuk ve talepler mücadelenin sözüdür. Bu söz temsil edilen kitleyle birlikte üretildiği sürece örgütler genişler ve toplumsal etkiler üretir. Eylemler ise taleplerin siyasal iktidara iletilmesi, kamuoyuna duyurulması ve katılımın artırılması için yapılan etkinliklerdir. Söz konusu başlıkların altının nasıl doldurulacağı ise geleceğimizle doğrudan ilişkilidir.
Salgın ve sonrasını düşünürken, örgütlenme deneyimlerini üç dönemde inceleyebiliriz: 60’lar ve 70’ler, 80’ler ve 90’lar, 2000’lerde salgın ve sonrası. Bu dönemleri Türkiye üzerinden tartışacağım ama kuşkusuz bu dönemlere rengini veren eğilimler dünya genelinde ortaklıklar ve benzerlikler içeriyor.
60’lı ve 70’li yılların genel manzarasına baktığımızda planlamaya dayalı, piyasa anarşisine müdahale etmeye hazır bir düzenleme rejiminin belirleyiciliği vardır. Ulusal ekonomilerde büyük ölçekli üretim hakimdir. Devlet iktisadi ve siyasal süreçlerde belirleyicidir. Sanayileşme ve kalkınma önemli makroekonomik politikalardır. İşçi sınıfı, kamunun da önemli bir paya sahip olduğu istihdam imkanlarına, görece yüksek ücretlere, güvenceli çalışmaya ve sosyal haklara sahiptir.
Bu dönemin örgüt formlarında ilk olarak emeğin örgütlerini görürüz. Sendikalar ve emekten yana politika üreten siyasal partiler güçlüdür. Bu örgütler geniş, büyük ve aynı zamanda merkezi, dikey ve hiyerarşik yapılardır. Bu döneme renk veren başka bir örgüt formu ise emekçilerin öz-örgütlülükleridir. Kooperatifler, mahalle komiteleri ve meclisleri doğrudan örgüt formlarıdır. Ayrıca örgütlü kapitalizmin yarattığı sınıfa ve özellikle mesleklere yönelik yapılar da belirleyicidir. Mühendis, mimar odaları, barolar, tabip odaları gibi. Bu yapılar mesleki örgütlenmeler olarak kurulsalar da emeğin örgütlülüğünden etkilenerek sınıf örgütü formuna yaklaşmışlardır.
Örgütlerin tabanı işçi sınıfıdır. Katılım, kolektif bir aidiyetle sınıfın üyesi olanlarla ve sınıf temelli bir ortaklık üzerinden büyür. Örgütlerin talepleri halkçı ve kamucu programlardır. İşçi sınıfının ekonomik, siyasal ve toplumsal talepleri ve hedefleri doğrultusunda eşitsizliklerin, yoksulluğun ve işsizliğin ortadan kalkması hedeflenir. Dönemin eylemleri geniş katılımlıdır. Kitlesel eylemler siyaset üzerinde etki doğurmaktadır. Büyük grevler, mitingler ve kampanyalar örgütlerin söz ve siyasetlerini kamuoyuna duyurmasında ve siyaseti yönlendirmede belirleyicidir.
80’li ve 90’lı yıllar küresel neoliberal politikaların, finansallaşmanın, esnek üretimin ve yeni iletişim teknolojileriyle değişen ve dönüşen zamanın ve mekanın yıllarıdır. 1980 sonrası dönem emekçilerin kolektif taleplerinin siyaset üzerindeki etkilerinin sürekli olarak zayıflayışına şahit olur. Esneklik ve emeğin metalaşması süreçleri özel sektörü alt üst ederken kamu kesiminde de çalışma ilişkileri dönüşmeye başlamıştır. Emekçiler ve işçi sınıfı için bu yılların anlamı düşük ücretler, güvencesiz çalışma ve sosyal hakların kaybıdır.
Bu yıllarda örgüt formlarında, dönemin zaman ve mekanına paralel, resmi olmayan, esnek, dağınık, yatay ve gevşek yapılar öne çıkar. Örgütlere üyelik gönüllük çerçevesinde, geçici ve anlıktır. Esas dönüşüm örgütlerin toplumun ilgili kesimlerini temsil etme kapasitesinde görülmüştür. Yeni koşullar altında örgütlerin tabanı kolektif işçi olmaktan çıkıp bireyler topluluğuna dönüşmüştür. Bireyler topluluğuna dönüşünce bu topluluğu oluşturan bireysel özellikler de örgütlenme üzerinde etkiler doğuracaktır. Örgütlerin siyasal talepleri ise yaşam tarzlarında özgürlükçülük, ahlaki ve evrensel taleplerdir. Talepler toplumsal cinsiyet, kimlik, çevre gibi farklılıklar temelli nitelikler etrafında örülür. Eylemler ise protestolar, oturma eylemleri ve basın açıklamalarıdır.
2000’li yıllar ve sonrasında neoliberalizm iktisadi ve siyasal krizin içine girer. Bu krize kendi politikalarını devam ettirerek cevap üretmeye çalışır, bu ise bir direniş dalgasının yükselmesine sebep olur. 2000’li yılların başı hem dünyada hem de Türkiye’de emekçilerin kendi taleplerini görünür kılmaya çalıştığı dönemlerdir. SEKA Direnişi, Tekel Direnişi, Metal Direnişi yeni yüzyılda derinleşen ekonomik ve siyasal krize karşı yükselen mücadelelerdir. Örgüt tabanları ise neoliberal dönemin proleterleştirdiği ya da yeniden proleterleştirdiği kesimlerdir.
Ancak finansallaşma, metalaşma ve son olarak da salgın emekçiler için güvencesiz ve geleceksiz çalışma ve yaşam koşullarını daha da kötüleştirerek ilerler. Çöken sosyal güvenlik sistemi, kaotik hale gelmiş çalışma pratikleri… Neoliberal dönemin proleterleştirdiği ya da yeniden proleterleştirdiği kesimlerin örgütlerini arayışı sürmektedir. Neye itiraz ettiğimiz ve nasıl bir gelecek istediğimiz bu kesimlerin çalışma ve hayat taleplerindedir. Bugün için asıl olan 2000’li yıllar sonrası yükselen direniş dalgalarının devamını örgütlemektir. Diğeri bir deyişle, örgütlenmenin formu, örgütlerin tabanı, siyasal ufku ve eylemleri proleterleşen halkın egemen bir halk olarak yeniden kuruluşu üzerine temellenmelidir. Emekçi bir toplumun kuruluşu üzerine temellenmelidir.
Başta söylediğimiz gibi, örgütlenme deneyimi yalnızca siyasal ve kültürel yaşama rengini vermekle kalmaz; aynı zamanda toplumsal mücadeleyi belirler. Neye itiraz ettiğimiz ve nasıl bir gelecek istediğimiz ülkemizin çalışan insanlarının, emekçilerinin taleplerinden bağımsız bir mesele değildir.